24 Mart 2014 Pazartesi

Rey Ver!




Seçime (eğer bir şey olmaz ise) günler kalan şu günlerde öncelikle oy vermenin önemini de hatırlayarak, eski seçim günlerine de bir göz atalım istedim. Özellikle doksanlı yıllara dikkat çekmek isterim. Meydanlarda atıp tutmanın popüler olduğu o dönemlerde, ne kadar olmayacak şey varsa yapıcaz dediğinizde kopan alkış tufanları oy olarak geri dönüyordu. Millet saf mıydı, umutsuz muydu, çok mu umutluydu bilmiyorum.


Bir kaç vaat sıralamak istiyorum, bunları bugün olan meydan konuşmaları ile kıyaslamayalım lütfen, bugün duyduklarımız için ileride başka biri bi yazı yazacaktır elbette. Bu vaatler belki o döneme uygun ama hatırladığım kadarı ile o zaman bile bana komik gelmişlerdir.


Sene 91, milenyuma da ne kalmış ama Süleyman Demirel meydanlardan diyor ki; ''Kim ne veriyorsa ben iki katını vereceğim’’ Hadi buyur. Hızını alamadığı için bir de herkese iki anahtar (bir ev bir araba) sözü vermişliği de vardır. 

Kendisinin öğrencisi ve ülkenin ilk kadın başbakan’ı olan Tansu Çiller ise ‘’Her mahalleye milyoner’’ vaadiyle gönüllere taht kurmuştu ama tabi fakirlik baki.

Eski Sağlık Bakanı Osman Durmuş, insan ömrünü uzatacaklarını iddia etmişti. 

LDP’nin eski genel başkanı ise ‘’İktidara gelirsem ofsayt’ı kaldıracağım, kale direkleri arasındaki mesafeyi de arttıcağım’’ diyerek ülke tarihinin en enteresan vaadini vermiş oldu. 

Tabi ki kendisine sürekli hapis şoku yaşatılan Cem Uzan’ın ‘’Mazot 1 tl olacak’’ vaadini unutmayalım. 

Erbakan Hoca, Taksim’e camii vaadiyle kitleleri coşturmuş, Mhp de kendi kitlesinin yüreğine Abdullah Öcalan’ın asılacağı müjdesi ile su serpmişti.


Say say bitmez ama eski seçimlerden seçtiğim bazı afişlere de ibret almak için göz atabilirsiniz. 






Sandıkta görüşürüz.



12 Mart 2014 Çarşamba

Ali İsmail'e, Berkin'e, Hazirandan bu yana ölen tüm kardeşlerimize.

Yaşın o gün mezar taşına çivilendiğinde,

Günler artık başkalarına geçtiğinde,

Başındaki ağaç yaşar, sen yaşamaz bilindiğinde,

Söyleyeceklerin bitmemiş, gün daha yeni ağarmış belki de,

Yağmur susmuş, arkadaşlar çoktan gitmiş,

Sen artık en huzurlu halinde,

Hoşça kal, kardeşim benim. 


8 Ocak 2014 Çarşamba

Her cümle sinsice yaklaştı
Harflere vurdukça azaldı sesin
Sayfa sayfa silinmeye başladın

Anlattıkça maziye gömüldü gözlerin, içimdeki bu güneş rengini kaptırdı her kelimeye.
Kitap kitap unutmaya başladım seni. Denize döküldüm yıllar boyu, rüzgara taktım umudumu, uçurdum. 
Birileri okudukça, adını bilmeden, parça parça kopardılar seni benden. Yutulan cümlelerde zamanı ezdiler, fark edemediler. 

Ne çok sevdim, ne çok üzüldüm, ne çok deli bir sevinç uğruna yaktım gemileri. Her harfin altına gömdüm, gizli sevdiğimi. Her sona işledim adını, görünmez. 

Nihayetine erdik mi? Yoldan sapıyor muyum? Az biraz öfke ile geçiştirecek miyim bu sancıyı? Belki de seni suçlamaktan geri kalmayacağım, değmedi bu aşk diyeceğim, ne sana değdi, ne zamanıma. 

Seni sevmekten vazgeçmenin o korkunç haline eyvallah demeye hazırlanıyorum. Sonra bir gün buruk bir tebessümün içinde ezerken hatıranı, adını unutmadığımın tesellisinde, bir sayfasına dokunacağım, selam göndereceğim tenine.